Tom Idle tarafından Sustainablebrands platformunda yayımlanan bir makaleye göre su atıklarının %80’i çok az işlem gördükten sonra ya da ya da hiçbir işlem görmeden yerel çevreye atılıyor. Oysa bu su, tekrardan geri dönüştürülebilir ve tekrardan kullanılabilir.
Bilindiği üzere su canlı yaşamı için vazgeçilmez bir kaynak. Fakat dünyadaki suyun yalnızca %0,5’i temiz su olarak kullanılabilecek durumda. Dünya nüfusunun çeyreğinin su stresinin ve kıtlığının yüksek olduğu bölgelerde yaşıyor olması ise bu durumu daha da tehlikeli kılıyor. Çünkü, sürdürülebilirlik ve düşük karbon salımları hedeflerini gerçekleştirme yarışında suyun yönetimi çoğu zaman gölgede kalıyor.
Hükümetler sürdürülebilir su yönetimi çözümleri üretme konusunda büyük bir sorumluluğa sahip ve bu alanda pek çok taahhüt bulunuyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) göre su konusu Paris İklim Anlaşması kapsamında belirlenen ulusal niyet beyanlarının %79’unda en önemli iklim adaptasyonu önceliklerinden biri olarak yer alıyor. Fakat hükümetler, dünyadaki suyun büyük bir kısmını tüketen şirketlerin su tüketimini azaltma ve suyu geri dönüştürme konularında yenilikçi çözümler bulmak için rollerini yerine getirmelerine ihtiyaç duyuyor. Bu bağlamda, endüstriyel şirketler on yıllardır su tüketimlerini azaltıyor ve suya dair resmi açıklama faaliyetlerini artırıyor. CDP raporuna göre 2021 yılında su etkilerine dair 3.370 şirket resmi açıklamada bulundu. Bu rakam 2010 yılında yalnızca 176 idi. Nitekim şirketler su kullanımlarını azalttıkça atık su (fabrikadan, evden ya da sıhhi tesisattan geçerek kullanılmış su) oranı artıyor. Bu nedenle atık suyun akıllı yönetimi ve işlenmesi hayati bir önem kazanıyor.
Mikrobiyal solunum ile atık su arıtımı
Atık suyu arıtma alanında pek çok yeni teknoloji üretiliyor. Bunlardan biri Aquacycl adlı bir girişim tarafından tasarlanan doğal bakteri kullanarak atık suyu temizleyen ve bu sayede direkt elektrik üreten Bio-electrochemical Treatment Technology (BETT) sistemi. Girişim müşterinin bulunduğu bölgenin yakınından bakterileri topluyor, bu bakteriler ise atık sudaki organik maddeleri parçalıyor ve bu süreçte elektronlar açığa çıkıyor. Ortaya çıkan elektronlar BETT sistemi tarafından direkt akım olarak yakalanıyor. Bu sayede üretilen enerji, sistemin kullandığı enerjiyi denkleyebiliyor. Daha yüksek elektrik akımlarının kullanılmasıyla organik maddeleri parçalayan mikrobiyal solunum artırılabilir ve böylece atık su arıtma işlemi saatler içerisinde gerçekleştirilebilir. Oksijensiz solunum (anaerobik) kullanarak atık su arıtan diğer sistemlerin çoğu ise bu işlemi ancak günler ve haftalar içerisinde gerçekleştirebiliyor.
Şirketin kurucu ortaklarından biri ve CEO’su olan Orianna Bretschger’e göre mikrobiyal yakıt hücreleri uzun zamandan beri ürettiği kadar enerji kullanan atık su arıtma sistemleri tasarlamak için kullanılıyordu. Fakat günümüze kadar teknik sorunlar bu alandaki teknolojilerin ticarileşmesini engelledi.
BETT sistemi geri dönüştürülecek suyun kalitesini artırdığı gibi şirketlerin Kapsam 1 / 2 / 3 salımlarını azaltmalarına da yardımcı oluyor. Su sektörünün küresel sera gazı salımlarının yaklaşık %5’inden sorumlu olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu gelişme oldukça önemli.
Bretschger’e göre merkezi atık su arıtım sistemlerinin çoğu oksijenli solunum (aerobik) üzerine kurulu. Bu sistemler havanın atık su üzerine salınması mantığı ile çalışıyor. Fakat bu durum büyük miktarlarda enerji tükettiği gibi arkasında yüksek oranda tortu bırakıyor. Bu tortular ise çoğunlukla toprağa gömülüyor ve sonunda karbondioksitten 84 kat daha güçlü olan metan gazına dönüşüyor. Öte yandan, organik atıkların büyük bir kısmı endüstriyel müşterinin bulunduğu bölgeden çıkarıldığı zaman şehrin suyu arıtmak için yüksek miktarda enerji kullanması gerekmiyor ve sonuçta minimum oranda tortu ortaya çıkıyor. Böylece, BETT sistemleri atık su arıtma süreçlerinde oksijenli solunum yoluyla ortaya çıkabilecek sera gazı salımlarının %90’ını azaltabilir.
Bretschger, aynı zamanda geleneksel bir arıtma çözümü olan seyreltmeye karşı yalnızca arıtılması gerekenlerin bu süreçten geçtiğini belirterek su talebini azalttıklarını söylüyor. Böylece yalnızca küçük hacimlerin arıtılması ile masraflar, kimyasal ve ekipman kullanımı en düşük düzeyde tutulabilir.
Sonuç olarak, her ne kadar Aquacycl tarafından geliştirilen mikrobiyal oksijensiz solunum teknolojisi atık su arıtma, su yönetimi ve kaynaklarının kullanımı konusunda merkezi olmayan bir sürdürülebilirlik örneği teşkil etse de bu ve benzeri sistemlerin geliştirilmesi yoğun ve uzun süreli bir iş. Fakat su kaynaklarının hızla azaldığı günümüzde bu teknolojilerin gelişmesini ve yaygınlaşmasını beklemek gibi bir lüksümüz yok.
Detaylı bilgi için kurumsal web sitemizi ziyaret edebilirsiniz: www.s360.com.tr