Birleşmiş Milletler (BM), Amazon yağmur ormanlarından Kuzey Buz Denizi'ne kadar, dünyanın doğal güzelliklerinin ve tüm vahşi yaşamın tehdit altında olduğuna dikkat çekiyor. Uzmanlar, dünyanın bu tehlikeden kurtulabilmesi için kara ve deniz alanlarının üçte birinin koruma altına alınması gerektiğini düşünüyor. Çağrı, bu ay Montreal'deki BM Biyoçeşitlilik Zirvesi'nde gündeme gelen küresel anlaşmanın merkezinde yer alıyor.
Çağrıyı destekleyenler, amacın doğanın yıkımını tersine çevirmek için çok önemli olduğunu savunuyor. Şu anda 1 milyondan fazla tür yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken, böcek popülasyonu her yıl %2'ye varan oranlarda düşüyor ve bitki türlerinin yaklaşık %40'ı tehlike altında. Ancak bilime dayalı sayısal her önerge gibi, %30'luk küresel koruma hedefinin dünyanın tehlike altındaki türlerini ve yerlerini gerçekten kurtarıp kurtaramayacağı konusu önemli ayrıntılar içeriyor.
Duke Üniversitesi'nden Stuart Pimm, asıl tehlikenin politikacıların diğer alanlarda olduğu gibi bu sefer de problemin basit bir sayıya odaklanmaları olduğunu belirtiyor. Hedefin Montreal'deki konferansın ardından gezegenin %30'unu koruyacağız diyebilmek olduğunu ancak bu tek başına yeterli olmadığının altını çiziyor.
30’u korumak yeterli mi?
Bu soru, karşında niteliğe karşı niceliğe odaklanmak gerekiyor. Uzmanlar, nesli tükenme tehlikesini önleme eşiği olarak %30'un arkasında güçlü bir bilimsel argüman bulunmadığını söylerken hangi coğrafi alanların seçildiğine bağlı olarak çok daha büyük veya daha küçük bir oranda korunacak bir alan ile hedefe ulaşılabileceği savunuluyor. Arktik tundrası veya Sahra çölü gibi zaten çok sayıda insanın bulunmadığı ama aynı zamanda nispeten az biyolojik çeşitliliğe sahip olan geniş arazileri korumak çok daha kolay gözükebilir. Ancak, insanların yaşadığı veya maden çıkarma endüstrilerinin bulunduğu bölgelere geldiğimizde, biyoçeşitliliğin yoğun olduğu, birçok farklı türün bulunduğu alanları korumak önemli.
Örneğin, Avustralya'nın Great Barrier Reef'i veya Andes dağları gibi dar kara ve deniz dilimlerini korumak, geniş bozkır alanlarını korumaktan çok daha geniş faydalar sunabilir. Pimm sayısal bir hedefin işe yaramayacağı, dünyanın en az nüfuslu alanlarını kapsayan %50’lik bir alanı korumanın biyolojik çeşitlilik açısından pek bir anlamı olmadığını ekliyor. Science dergisi tarafından Haziran 2022'de yapılan bir araştırma, yüksek tür çeşitliliğine sahip alanları korumak, bozulmamış ekosistemlerin kaybını önlemek, farklı manzara ve türlerin temsilini optimize etmek için küresel kara alanının en az %44'ünün korunma altına alınmasına ihtiyaç duyulacağını ortaya koydu. Ancak bu bölgelerde 1,8 milyardan fazla insan yaşıyor. Bununla birlikte, bu çalışmanın ortak yazarlarından biri olan ve Queensland Üniversitesi'nden araştırmalar yapan Hugh Possingham, % 30’un tüm sorunları sihirle çözemeyeceğini ancak bu gibi hedeflerin ulusların dikkatini çekmeye yardımcı olabileceğini söyledi. %30 hedefine çoğu ülkenin 2030'a kadar ulaşabileceği düşündüğünü belirtirken Bhutan gibi bazı ülkelerin bu hedefi çoktan gerçekleştirdiğini de sözlerine ekledi.
Bu hedef mi ulusal mı uluslararası mı?
Mısır’da gerçekleşen COP27 Konferansından sonra Montreal’de COP15 Biyoçeşitlikik Zirvesi’nde dünyanın dört bir yanından liderler bir araya geldi. Burada düzenlenen oturumlar sonrasında 2030 yılına kadar biyoçeşitlilik için yıllık 30 milyar dolarlık yardımı finanse etmek üzere Küresel Çevre Aracı (Global Biodiversity Framework - GEF) bünyesinde yeni bir fon oluşturuldu. Ayrıca zirve sonrasında özellikle gıda sistemlerine odaklanarak ve pestisit kullanımını azaltarak, üretim ve tüketimin ayak izini azaltmaya yönelik güçlü ifadeler dikkat çekti. COP15’te hakim olan görüş çok uluslu şirketler ve finans kurumlarının operasyonları, tedarik ve değer zincirleri ve portföyleri aracılığıyla biyolojik çeşitlilik üzerindeki risklerini, bağımlılıklarını ve etkilerini izlemeleri, değerlendirmeleri ve şeffaf bir şekilde açıklamaları konusunda teşvik etmek üzerineydi. Bu konuda yerli haklarının öneminin altı çizildi.
Bununla birlikte COP15'teki %30 hedefindeki kilit gerilim noktalarından biri, hedefin küresel düzeyde mi yoksa ulusal düzeyde mi gerçekleştirileceğiydi. Bazı ülkeler küçük ve yeterli toprağa sahip değilken Brezilya ve Endonezya gibi tropik orman ülkeleri ise geniş topraklara ve yüksek derecede biyolojiğe sahip. Bu tür ülkelerin topraklarının sadece %30'unu koruma altına alsa, bu doğa adına önemli bir kayba neden olabilir. Şu anda, Amazon'un %50'den biraz azı bir tür resmi koruma veya yerli idaresi altında, bu nedenle %30'u korumaya yönelik ulusal bir taahhüt, önemli bir düşüş anlamına geliyor.
Belirlenen alanları koruma altına nasıl alabiliriz?
2030 yılında %30'a ulaşma hedefindeki anlaşmazlık noktalarından bir diğeri de nelerin koruma altına alınması gerektiğiyle ilgili. Bazı ülkeler, insanların korunan alanlarda yaşamasına izin verilebileceğini veya bu topraklarda yerli idaresinin teşvik edilebileceğini, hatta maden çıkarma endüstrilerinin düzenlemeler çerçevesinde çalışmasına izin verilebileceğini savunuyor. Bir başka argüman ise koruma alanlarının herkese kapalı olması gerektiği üzerine.
Avrupa Birliği (AB), korunan alanların %20'si için ağaç kesme, madencilik ve balıkçılık gibi faaliyetlerin gözetim altında yürütülmesine izin verirken, %10'unun daha sıkı tedbirler altında tutulmasını önerdi. Greenpeace AB’yi hedefi gereksiz karmaşıklaştırmakla suçlayarak eleştirdi. Çek Cumhuriyeti'nin Avrupa Komisyonu nezdindeki özel biyolojik çeşitlilik elçisi Ladislav Miko, geçen hafta düzenlediği basın toplantısında korunan alanlarda meydana gelen faaliyetler ne olursa olsun, biyolojik çeşitliliğe ve ekosistemin işleyişine zarar vermemesi gerektiğinin altını çizdi.
Detaylı bilgi için kurumsal web sitemizi ziyaret edebilirsiniz: www.s360.com.tr