6 Şubat sabahının erken saatlerinde, Türkiye’nin güneyi ve Kuzey Suriye'de yaşayan yerli halk şiddetli sarsıntılar, yıkılan binalar ve elektrik kesintileri ile uyandı. Deprem ve takip eden güçlü artçı şoklar birçok enkaz yarattı. Abdul Salam al-Mahmoud, yaşananları “kıyamet gibi bir şeydi” diye açıkladı.
Türkiye depremlere yabancı değil, 1999 yılındaki 7,4 büyüklüğündeki Gölcük depreminde 17.000 kişi hayatını kaybedilmişti. 6 Şubat’ta yaşanan yıkıcı depremin yararttığı hasarda 7.8 deprem büyüklüğünün ve şiddetli artçı şoklarının yanı sıra mevcut koşullar ve felakete hazırlıksızlığın toplumu üzerindeki etkisi büyük oldu. Dondurucu soğuklar, yol tıkanıklıkları ve sosyal huzursuzluk, Türkiye ve Suriye'de 100.000'den fazla kurtarma personelinin olmasına rağmen, insani yardım ve kurtarma çabalarını karmaşık hale gelmesine sebep oldu.
Deprem, Suriye'nin kuzey bölgelerindeki tek yardım rotasının hasar almasına sebep olduğundan Suriye'ye yardımın teslimatı gecikti. Türkiye'de ise, depremden sonra gelişen liman yangını yardımların tedariğini aksattı. International Medical Corps’un küresel girişimler başkanı Margaret Traub bu engellerin yardımın hedeflenen insanlara ulaşamadığı bir darboğaz etkisi yarattığını belirtti.
Türkiye ve Suriye'de, eski, dayanıklı olmayan beton binaların yoğunluğu, inşaat denetiminin eksikliği, Suriye iç savaşı ve devam eden bir kolera salgını bölgeyi yıkıma karşı savunmasız hale getirdi. Traub, zaten insanların yerlerinden edildiği ve geçici barınaklarda yaşadıkları alanlar vardı diye ekledi. Suriye birçok yönden, doğal afet öncesinde de zaten tehlikeli durumdaydı. Bölgede yaşayan halk ikinci kez yerlerinden edildi ve uzun yıllardır savaşın devam ettiği bölgede destek mekanizmaları eksik durumda.
Doğal afetlerde belirli ülkelerin yüzleştiği yüksek yıkım ve kayıpların nedeni, bölgedeki kalkınma düzeyi ve yanlış kaynak ayırıma politikaları olabilir. Güçlü binalar, hava durumu, hızlı insani yardım yanıtı gibi ölümleri önleyecek tedbirlere yatırım yapma olanağını sınırlayan kaynakların eksikliği, deprem, kasırga veya tornado gibi olayların ölümcül olmasına neden olur.
Birleşmiş Milletler Afet Risk Azaltma Ofisi'nin bulgularına göre, 1996 ile 2015 yılları arasında doğal afet kaynaklı ölümlerinin %90'ı düşük ve orta gelirli ülkelerde meydana gelmiş. Bu durum zengin ülkelerin aşırı hava koşullarından ve jeolojik olaylardan etkilenmediği anlamına gelmiyor. Ancak bir depremin veya kasırganın ne kadar ölümcül olduğunu doğal afetin gücü değil kalkınma eksikliği belirliyor.
Görece gelişmiş ülkeler, eski binaları güçlendirmek, yeni depreme dayanıklı altyapılar inşa etmek ve acil müdahale ekipleri eğitmek için kaynaklara yatırım yapar ve depremler sırasında daha iyi durumda olma eğilimindedir.
Suriyeli depremzedeler gibi doğal afetlerden önce zaten acı çeken topluluklar, depremin zararlarına direnç göstermek için yeterli araç ve altyapıya sahip değildir. İhtiyaç duyulan desteği yeniden inşa etmeleri, hatta bir sonraki felakete hazırlanmaları bile daha da zorlaşır.
Nevada Üniversitesi'nden araştırmacı Rebecca Rice, deprem gibi doğal afetlerden sonra verilen acil yanıtlar kadar insanların ihtiyaç duydukları sosyal kaynaklara ve sermayeye sahip oldukları daha güçlü bir topluluk oluşturmanın da önemine vurgu yapıyor.
Ülkelerin doğal afetlere karşı göreceli durumu
Depremler, doğal afetlerin en ölümcül türlerinden biri ve son iki yılda meydana gelen doğal afetlerin çoğu ölümlerden sorumlu. Artçılar, toprak kaymaları, tsunamiler ve yangınlar ağır hasara neden olan diğer afetler olarak sıralanabilir.
Her yıl milyonlarca düşük şiddette deprem meydana gelir, ancak her bir veya iki yılda bir, dünya genelinde 8 veya daha yüksek bir büyüklüğe sahip deprem gözlenir. Depremin şiddetini ölçerken büyüklük zararın bir göstergesi değildir. 2010 yılı Ocak ayında, 21. yüzyılın en ölümcül depremlerinden biri Haiti'yi sarsarak yaklaşık 220.000 kişinin ölümüne, 300.000 kişinin yaralanmasına ve 1,5 milyon kişinin evsiz kalmasına neden oldu. Deprem 7 büyüklüğündeydi. Sadece bir ay sonra, Şubat 2010'da, Şili daha büyük bir depremle sarsıldı, 8,8 büyüklüğünde bir deprem. Ancak Şili'de sadece 500 kişi öldü ve nispeten az yapısal hasar meydana geldi.
Bu durum, Şili'nin tarihinden ders aldığı ve nispeten yüksek gelirli bir ülke olarak, altyapı sorunları ve doğal afet müdahalesiyle ilgili konuları ele almak için imkanı olduğunu gösteriyor. Rice, bir felaket meydana gelmeden önce, kar amacı gütmeyen kuruluşlar, yerel ve ulusal hükümetler gibi paydaşların bir araya getirilerek bir acil tepki planı oluşturulması gerektiğini savunuyor. 1960'ta, Valdivia depremi, binlerce insanın ölümüne, 2 milyon insanın evsiz kalmasına ve o zamanlar 550 milyon dolarlık (bugünün para birimiyle 5,4 milyar dolar) hasara neden oldu. 1960 depremi, Rice'ın önerdiği gibi, Şili'nin daha sıkı bina yönetmelikleri geliştirmesine ve böyle acil durumlar için koordine edilmiş bir ulusal müdahale gücü oluşturması için önayak oldu.
Buna karşılık, Latin Amerika ve Karayipler'deki en yoksul ülke olan Haiti, sömürgecilik ve hükümet yolsuzluğunun süregelen sonuçlarından olumsuz etkilendi. Haiti'nin 2010 depreminden kaynaklı ölümlerin birçoğu, güçlendirilmiş beton kullanmayan ve depremlerin neden olduğu yan hareketler için tasarlanmayan binaların felaketle sonuçlanan çöküşlerine bağlandı.
Bu kaynak ve kalkınma farkı, Şili gibi ülkelerin hayat kurtaran önlemler ve malzemeler uygulayabileceği ancak görece az gelişmiş ülkelerin ise yapamayacağı anlamına gelmektedir. Liverpool Üniversitesi'nden Sürdürülebilir Sivil ve Yapı Mühendisliği Program Direktörü Luigi Di Sarno, asıl meselenin maliyet, ulaşılabilirlik ve uygulama isteği olduğunu ifade etti.
Doğal afetlere karşı mücadele
Di Sarno, felaketler farklı bölgelerdeki farklı etkilerinin bir ülkenin mühendis ya da politikalar açısından yetersizliğinden değil, bu politikaların uygulanmasından kaynaklı eksikliğinde gerçekleştiğini belirtti. Ne yazık ki, Türkiye'deki deprem, bu uygulama eksikliğinin nasıl felakete yol açabileceğinin kanıtı olarak kabul edilebilir.
Deprem bilincine sahip yönetmeliklerin uygulanması zaman alıcı, maliyetlidir ve sıklıkla politik yolsuzluklar tarafından engellenir. Uygulamalarının verimliliği, erişilebilirliği ve uygulama maliyetini kabul etmeye isteklilik arasında bir dengeleme söz konusu.
Türkiye'nin iyileştirilmiş yönetmelikler için çabalarına rağmen, 6 Şubat depremi 6.000'den fazla binanın çökmesine neden oldu (2011 depreminde yaklaşık 4.000 bina ciddi şekilde hasar gördü veya çöktü). Birçok uzman, inşaat yönetmeliklerinin yetersiz uygulanmasının geçen haftaki kayıplarda önemli bir rol oynadığını düşünüyor. Di Sarno’ya göre ise Türkiye'deki yapı mevzuatı çok ileri düzeyde ancak ekonomik ve politik nedenlerden uygulama sırasında kalite kontrolü tam olarak sağlanamıyor.
Depreme hazırlık önlemleri, özellikle deprem yönetmeliğine uygun binalar, Di Sarno'ya göre tek seferlik bir maliyete sahip değil. Suriye gibi depreme dayanıklı altyapılar inşa etmek için kaynağı olmayan bir bölge, altyapıyı gerekli düzeyde koruyamaz. Yapıların çoğu zaman sonsuza kadar kalabileceğine inanıyoruz, ancak arabalar gibi yapılar da belirli bir zaman aralığı için tasarlanır. Birçok ülkede, sıradan bir konut için bu aralık 50 yıl olarak kabul edilir.
Yapılar, güçlü rüzgarlar, depremler, seller de dahil olmak üzere olağandışı olaylarda sağ kalması amaçlanarak tasarlanır ancak binaları sonsuza kadar korumak mümkün değil. Di Sarno, Türkiye’deki depremde de dahil olmak üzere birçok sorunun binaların yaşlanmasından, oluşan korozyondan ve malzemenin bozulmasından kaynaklı olduğunu söylüyor.
Di Sarno'ya göre zenginlik her zaman mükemmel bir kalkan değil. Bazen depremler, en iyi yapı mevzuatlarını bile yıkacak kadar güçlü olabilir. Bir deprem tsunamiye neden olacak kadar güçlü ve kritik tesisleri etkileyecek kadar yıkıcı olduğunda, zengin ülkeler bile yüksek seviyede ekonomik kayıp ve ölüme maruz kalabilirler. Bu durum Japonya'nın Fukushima Daiichi nükleer santralinin zarar gördüğü 2011 Tōhoku depreminde yaşanmış ve bu felaket 18.000'den fazla insanın ölümüne neden olmuştur.
Afet bölgesindeki insani yardım faaliyetlerinde de bölgesel ve ülkesel farklılıklar görülebilir. Üst orta gelirli bir ülke olan Türkiye'nin aksine Suriye, düşük gelirli bir ülke ve yalnızca son zamanlarda uluslararası yardıma ulaşabiliyor. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Ocak ayında Suriye'deki insani ihtiyaçların 2011'deki savaşın başladığından beri "en yüksek düzeye" ulaştığını belirtti. Şimdi, Halep gibi etkilenen şehirlerde yaşayan Suriyelilerin zor durumları sadece daha da kötüleşiyor. Ülke hali hazırda iç savaş yüzünden çökmekte olan toplulukları yeniden inşa etmek zorunda kalacak ve bunu yapmak zaman alarak maliyetli olacak.
İyi niyetli olsa da, Türkiye ve Suriye'deki bu deprem gibi felaketlerin hemen ardından yapılan bağışlar, genellikle gerçekten yardım etmeye çalışılan insanlara ulaşamaz ve israfa neden olabilir. Doğal afetler üzerine uluslararası çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşu Team Rubicon'un CEO'su Art delaCruz’a göre felakete verilen yanıtın gerçek zorluğu, arama kurtarma çalışmaları tamamlandıktan sonra destek kaynak bulmak. Ayrıca depremzedeler için asıl tehlike, depreme ilk anda yöneltilen ulusal ve uluslararası dikkatin çok hızlıca kaybolması ve yerel halk için depremin yarattığı yıkımın devam etmesi gerçeği.
Detaylı bilgi için kurumsal web sitemizi ziyaret edebilirsiniz: www.s360.com.tr